Yaşlanmadan Uzun Yaşamak Hayali (*)

(Güzellikle yaşlanmayan utançla yaşlanır)

Yaşlanmadan Uzun Yaşamak Hayali
Yaşlanmadan Uzun Yaşamak Hayali

Motivasyon ticaretinden sonra dünyada son 20 yıldır en çok kar getiren alanlardan biri sağlıklı yaşamak, diğeri de yaşlanmamak veya genç kalmaktır. Bu talebe karşılık vermek için beslenme, fizik egzersiz ve cerrahi alanlarında çeşitlilik gösteren büyük bir arz var. İspanya Onkolojik Araştırmalar Merkezi’nden Dr. Manuel Serraso’nun tespiti çok doğrudan, açık ve acımasızdır. “Otuz yaşından sonra biyolojik olarak iyiye giden hiçbir şey yoktur”. Kabul etsek de etmesek de yaşamanın bedeli yaşlanmaktır ve herkes yaşın beden üzerindeki olumsuz etkilerinin farkındadır ve bu kimseyi mutlu etmez.

Geçmişte sadece varlıklı insanların ulaşabildiği cerrahi ve kozmetik müdahaleler, günümüzde orta gelir düzeyinin altındaki kentlilerin de yöneldiği bir arayışa dönmüştür. Doğanın akışını tersine çevirmek için oluşan milyar dolarlık endüstriden pay kapma yarışında, sadece cüzdanı zayıflattığı araştırmalarla kanıtlanmış detoks çiftlikleri ve antioksidan kür programları gerçek olmayan vaatlerle sadece yaşlıları değil, her yaştan insanları kendilerine çekmeye çalışıyor. Bu kervanda pahalı idrar yapmaktan başka bir işlevi olmayan multivitamin ve besin desteği endüstrisi ve hiç şüphesiz unutulmaması gereken kozmetik sektörü var. Müşterilerine karşı hiçbir şey ispat etmek zorunda olmayan ve hiçbir sorumluluk taşımayan iki iş kolu vardır:  Birincisi vitamin ve besin desteği, incisi de kozmetik endüstrisidir. Sanıyorum bugüne kadar hiç kimse aldığı vitaminlerin veya kullandığı gençleştirici kremlerin kendilerini güzelleştirmediği veya gençleştirmediğini ileri sürerek bu kuruluşlardan talepte bulunmamıştır. 

İnsanların yaşlılık karşısında üç tavrı vardır. Birincisi ameliyat, botoks gibi girişimlerle veya genç gibi giyinerek, bir anlamda inkar ederek kendini genç gözüktüğü duygusunu yaşamak. İkicisi yaşlılığı trajik bir hastalık ve trajedi gibi görmek ve hayattan çekilmek. Üçüncüsü ise yaşının hakkını vererek sağlıklı ve iyi yaşlanmak.

Yale Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Becca Levy, insanların yaşlılıkla ilgili algısının, hayat süresini etkilediğini bildirmiştir. Levy araştırmasında yaşlılıkla ilgili olumlu yaklaşıma sahip olanların, olumsuz algıya sahip olanlara kıyasla yedi yıl daha uzun yaşadığını ileri sürmüştü. Levy’nin bulguları arasında yaşlılıkla ilgili olumlu algıya sahip olmanın yaşam kalitesi üzerinde de etkisi olduğu; yaşlılığı ve yaşlanma sürecini kabul edenlerin zihinsel ve bedensel sağlıklarının keyfini daha çok çıkarttıkları vardı. Bu araştırmanın bulgularından biri de bilgelik gibi, yaşlılıkla ilgili olumlu önyargıları harekete geçirmek, bunama gibi olumsuz önyargıları harekete geçirmeye kıyasla, yaşlı insanlarda hafızayı geliştirmesiydi (1).

Kültürlerin yaşlılığa bakışı da doğal olarak o kültürün içinde yaşayan insanları etkiler. Amerikan kültürü yaşlılığa karşı olumsuz bir algıya sahip bir kültür olmasına karşılık, Türk Kültürü Orta Asya ve Osmanlı geleneğinin etkisiyle, yaşlılara saygıyla yaklaşan ve yaşın getirdiği bilgeliğe değer atfeden bir kültürdür.

Amacım yaşlılığa övgü düzmek değildir ancak yaşlılığın gençlik döneminde sahip olunması güç olan, zihinsel ve duygusal olgunluk gibi bazı avantajlar sağladığını akılda tutmak gerekir. İlerleyen yaşla birlikte kişiliğin sivri tarafları törpülenir ve bunun sonucunda insanlar daha temkinli olur, hırsları azalır, uzlaşma özellikleri ağır basar. Bu da onları daha geçimli, daha uyumlu kılar. Buna karşılık yaşlılığa karşı olumsuz bir algı geliştirenler gençlikleri geride kaldıkça kazanmalarına imkan olmayan bir mücadeleye girişirler. Bu mücadele bir yandan genç görünmeye çalışmak, diğer yandan gençlerle mücadele etmek ve onlardan daha iyi olduğunu göstermek yönünde olur. Bu gayretlerin sonucu hemen tümü tahmin edileceği gibi kaçınılmaz olarak mutsuzluk, üzüntü ve depresyondur.

Günümüzde kuşaklar arası yaşanan zorluklardan en önemlilerinden biri teknolojinin oluşturduğu engeldir. Teknoloji bilgisinin her şeyi bilmek ve bütün cevaplara sahip olmak anlamına geldiğini düşünülüyor. Bunun sonucunda gençler teknoloji konusuna yatkınlıklarının kendilerine doğal ve yeri doldurulamaz bir üstünlük sağladığına inanıyor ve önceki kuşlakların bilgeliklerinden yararlanma şansını göz ardı ediyor.

Yaşlılığı değersizleştiren

Günümüzde kuşaklar arası sürekliliği yok eden tarihsel değişim ve ilerledikçe geçmişi silen bir tarihi süreç yaşanıyor. Yaşadığımız dönemin üzücü yanlarından biri insanların hafızalarının körlenmiş olması ve adeta iki önceki kuşağın hayatlarının taş devri koşullarında geçtiğine inanmaları. Değişimin hızı, tarihin sürekliliği anlayışını insanların hafızalarından silmiş gibi gözüküyor. Bu durum öncelikle ve özellikle genç kuşaklar için geçerli. Ancak buradan gençlerin sorumlu olduğu sonucu çıkmamalı. Çünkü asıl neden değişimin hızından çok kentleşme ile toplumun karakterinin değişmesidir. Ancak gençlerin çoğu yakın tarihi bilmiyor ve bunun önemli olduğunu da düşünmüyor ve bir anlamda tarihin kendileriyle başladığını sanıyorlar.

Birey, kendini kuşaklar arası sürekliliğin ve toplumun bir parçası olarak görmek yerine, kendini aşırı önemseyen bir konuma geldi. Satın almanın ve hayattan zevk ve keyif almanın ibadete döndüğü bir ortamda “şimdi ve burada” anlayışı yaşamlara yön veriyor. Tarihçi Eric Hobsbawm’a göre geçmişte genç kuşakları yaşlı kuşaklara bağlayan mekanizmalar vardı. Fransız tarihçi Marc Bloch  “tarım toplumlarında bilgi bir kuşaktan diğerine aktarılarak devam ederdi” diyor. Ebeveynler tarlada çalışırken, büyük anne ve babalar çocuklara bakar ve onlarla konuşurdu. Böylece çocuklar kendi tarihlerinin tanığı olurlardı. Bu durum günümüzde birçok nedenle paramparça oldu. Bunun sonucunda genç kuşaklar geçmişi önemli görmüyor ve gençlerin bildiği tek geçmiş kendi kişisel geçmişleri oluyor. Böylece Oscar Wilde’ın “gençlik insanların genç oldukları zaman ziyan ettikleri dönemdir” sözü bir anlamda ilahi bir kehanete dönüşüyor. Dünya nüfusunun giderek yaşlandığı ve çalışma hayatının uzadığı göz önüne alındığında yönetim kademelerinde ağırlığın gençlere geçmesi gereklidir ve yerindedir. Ancak gençlerin yanlarında geçmiş deneyimlerinden yararlanabilecekleri ve danışabilecekleri olgun insanları bulundurarak sinerji yaratmaları yönetim performansını yükseltir..

Sonuç

Hem uzun yaşamak hem de yaşlanmamak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir. Bette Davis’in dediği gibi “Yaşlanmak korkaklara göre bir şey değildir” ve başlıkta belirttiğimiz gibi, güzellikle yaşlanmayan utançla yaşlanır.

Kaynak:

Levy, B. R., Ferrucci, L., Zonderman, A. B.; Slade, M. D., Troncoso, J., & Resnick, S. M. (2016). A culture–brain link: Negative age stereotypes predict Alzheimer’s disease biomarkers. Psychology and Aging, 31, 82-88.

(*) Bu yazı Doğan Yayınlarında yayınlanan “Hayatın Hakkını Vermek”  (Sağlıklı, Uzun ve İyi Yaşamak) kitabından küçük değişiklerle alınmıştır.

yazar avatarı
Prof. Dr. Acar Baltaş
One Comment

Add a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.