CEO’s Dergisinde Acar Baltaş
|Yürekten Adanma
Doksanlı yılların başından beri 21. yy’ı temsil eden Silikon Vadisindeki bir özdeyiş, “Hız tanrıdır, zaman şeytan” der. 1982 yılından bu yana Zuhal Baltaş’la birlikte verdiğimiz “Stresle Başaçıkma, Sağlıklı ve Etkili Yaşama” seminerlerinin yakın zamana kadar ayrılmaz bir parçası da “Zaman Düzenleme Teknikleri” idi. Bu bölümün temel mesajı da şuydu: Dünyada insanlara demokratik olarak verilmiş olan, başarılı ve başarısız insanların ortak sahip oldukları tek şey zamandır. Başarılı ve başarısız bütün insanların aylarında 30, haftalarında 7 gün vardır. Bir günlerinde 24 saat, bir saatlerinde de 60 dakikaları vardır.
Stres seminerleri vermeye başladığımızdan bu yana 20 yılı aşkın bir zaman geçti. Günümüzde hızın önemi, daha da arttı. Atasözleri ve özdeyişler değişti. Örneğin: “Büyük balık küçük balığı yutar”, “Hızlı balık yavaş balığı yutar”a döndü. Dijital bir dünyada yaşar olduk. Günlük hayatın ritmi ve temposu, yapılacak olan işler listesinin kabarıklığı, bizi “kim olmak istediğimizden” gerçekten “neyi yaşamak ve ne yapmak istediğimizden” kopartıyor.
Zaman değil enerji
Çevremdekilerin çoğu elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Karşılaştıkları talepler kapasitelerini aştığı zaman, sağlıklarını tehlikeye atan çözümler üretiyorlar. Daha az uyuyor, ayaküstü hızlı yemeğe yöneliyorlar, daha çok kahve ve alkol tüketiyorlar. İş hayatının aşırı talepleri bu kişileri sabırsız, tahammülsüz kılıyor ve tükenmiş olarak döndükleri evlerini mutluluk kaynağı olarak görmek yerine, yeni taleplerle karışılacakları bir yer olarak görüyorlar.
Birçok reklamda hizmet süresi olarak belirtilen “24/7” kavramı hayatın ritmini tanımlar duruma geliyor. Ancak bugün başarının, böylesine yoğun yaşamak ve çalışmakla, zamanı bir fetiş haline getirmekle ilgili olmadığını görüyoruz. Yüksek performansın ve başarının temelinde zamanın değil, enerjinin kullanılış biçimi yatıyor. Gerçekten de gerek iş hayatımızda elde ettiğimiz başarı, gerekse özel hayatımızın kalitesi harcadığımız zamana değil, enerji miktarına bağlıdır. Hayatın her alanında doğru miktar, nitelik, odak ve yoğunlukta enerjiyi esas amaçlarımıza odaklayamadığımız takdirde elde edeceğimiz sonuç, potansiyelimizi temsil etmeyecektir.
Düşüncelerimizin, duygularımızın ve davranışlarımızın hepsinin olumlu ve olumsuz enerjiye dönük bir sonucu vardır. Hayattan elde edeceklerimiz, dünyada ne kadar zaman geçirdiğimize değil, o süre içinde enerjimizi ne ölçüde ve nereye odaklayarak kullandığımıza bağlıdır.
Başarı, sağlık ve mutluluk, enerjinin doğru bir şekilde kullanılmasına bağlıdır. Zaman enerjiye dönüştüğünde anlam kazanır.
Kötü yöneticiler, zehirleyici iş ortamları, zor ilişkiler hayatın gerçekleridir. Bunlardan kaçınamayız. Bir gündeki saat sayısı bellidir, ancak sahip olduğumuz enerjinin miktarı, niteliği ve kullanılış biçimi bütünüyle kişinin kendi elindedir. Enerji hayatımızın en değerli kaynağıdır. Hayata yansıttığımız enerji ile ilgili ne kadar sorumluluk alırsak o kadar güçlü ve verimli oluruz. Çevremizdekileri ve dış koşulları ne ölçüde suçlarsak, enerjimiz de o ölçüde olumsuz ve yakıcı olur, potansiyelimizi hayata yansıtmamızı engeller. .
Odağınızı seçin
Enerjinizi yarın sabah, işinize ve ailenize, daha olumlu ve yoğun bir şekilde odaklayacak olsanız, hayatınızda neler değişirdi? Özellikle bir iş liderinin, iş ortamına yüksek ve olumlu enerji getirmesinin, ona bağlı çalışanları ve onların başkalarına verdikleri hizmetin kalitesinin nasıl etkileyeceğini düşünün. İnsanların hayat başarısı, mutluluğu ve kalitesi, enerjilerinin miktarına ve bunları odaklama biçimlerine bağlıdır.
İnsanların enerjilerini odaklamalarının dört düzeyi vardır:
• Yürekten adanma
• Bağlanma
• Kısmen bağlanma
• Kopma
Yürekten adanma, kısa dönemli kişisel çıkarlarımızın ötesinde bir amaca, yüksek bedensel enerji, duygusal bağlılık, zihinsel yoğunlaşma ve manevi uyumu içeren bir odaklanma gerektirir.
Yürekten adanma, sabah işe giderken yüksek isteklilik ve mutluluk duymak, akşam eve dönerken de aynı duyguyu sürdürmekle başlar. Gallup’un ABD’de yaptığı bir araştırma, insanların %55’inin işlerine ve kurumlarına kısmen bağlı, %19’unun da kopuk olduğunu ortaya koymuştur. Aynı araştırmaya göre, yeni bir işe girenlerin %38’inin 6 ay sonra işine karşı tutumu “bağlılık” düzeyinde kalırken, üç yıl sonra bu oran %22’ye inmektedir. Bunun iş hayatında doğurduğu verimsizliği düşünebiliyor musunuz?
Sporcuları örnek alın
Öğrencilik yıllarında sanatçılarla, daha yakın yıllarda da sporcularla olan beraberliklerimi, kendi sporculuk geçmişimdeki yaşantılarımla birleştirdiğimde, başarıya giden yolda çok önemli ortak bir nokta farkettim. Başarılı sporcuların ve sanatçıların ortak noktası yaptıkları işe kendilerini yürekten adamalarıdır. Bunun önemi hayatın spora, özellikle takım sporlarına olağanüstü benzerlik göstermesidir.
Başarılı bir profesyonel sporcu zamanının %90’ınını antrenman ve hazırlıkla, %10’unu da sahada performansını sergileyerek geçirir. Hem sporcuların, hem sanatçıların hayatlarının bütünü, sahada veya sahnede geçirecekleri kısa bir süreye odaklanmış olarak düzenlenir. Bu kişiler bütün hayatlarını, başarılı bir performans için enerjilerini artırmak, sürdürmek ve yenilemek üzere düzenlerler. Beslenmeleri, uyku ve dinlenmeye ayırdıkları zaman, zihinsel konsantrasyonları, duygusal hazırlıkları ve kendileri için koydukları hedefe sürekli bağlı kalmaları, düzenli bir rutine dayalı olarak sürdürülür.
Bütün bu hazırlıkların bütünü, sporcu ve sanatçının saha ve sahnede geçirdiği sınırlı zamanda, kapasitesinin bütününü sahaya yansıtabilmesi için yürütülür. Sporda da sanatta da, kişiden beklenen sinerji yaratılmasıdır. Enerji ve yaratıcılığın en üst düzeyde hayata yansıtılması ve kişinin tek başına ortaya koyabileceğinden daha üstün sonuçların ortaya çıkması beklenir.
Aynı beklenti iş hayatı için de geçerlidir. Ancak, iş hayatı da, yukarıda sıralanan sistemli enerji yatırımı ve antrenmanların hiçbiri yapılmaksızın, çalışanlardan günde sekiz, on hatta bazı durumlarda on iki saat en üst düzeyde verim bekler. Ayrıca sporcu ve sanatçıların yılda birkaç ay kendilerini yenilemek ve yeni döneme hazırlanmak için mutlak dinlenme süreleri vardır. Yüksek düzeyde baskı altında mücadele içinde geçen aylardan sonra sanatçı ve sporcular ruhsal ve bedensel açıdan dinlenir, yenilenir, rehabilite olur ve gelişir. Buna karşılık iş hayatında çalışanlar yılda ancak iki haftalık bir dinlenme süresine sahiptir. Ayrıca profesyonel bir sporcunun hayatı üst düzeyde bir performans açısından 10 yıl dolayındadır. Oysa iş hayatı çalışanlardan 55-65 yaşlarına kadar üst düzeyde verim bekler. Bu nedenle gerek özel hayatımızda, gerekse iş hayatımızda kendimize koyduğumuz hedeflere sağlığımızı kaybetmeden ulaşabilmemiz, kendimize sporcu ve sanatçıları örnek almaktan geçer.
Adanmanın ödülü aşktır
Başarının anahtarı yürekten adanmadır. Yürekten adanma birbirine bağlı ancak dört ayrı enerji kaynağını doğru yönetmeyle gerçekleşir. Sahip olduğumuz bedensel, zihinsel, duygusal ve manevi enerji kaynaklarının hayattaki varlık nedenimize ve uzun dönemli amaçlarımıza dönük kullanılması bizi kendimizden memnun hale getirir. Hem işimizde, hem özel hayatımızda aşkla çalışmamıza ve yaşamamıza imkan sağlar.
Bu enerji kaynaklarının her biri kendi başına büyük önem taşır. Ancak hiçbiri tek başına yeterli değildir. Bunu dört silindirli bir motora benzetebiliriz. Silindirlerden birinin aksaması uyumu bozar veya herhangi birine aşırı yüklenme de silindirin patlamasına ve aracın durmasına neden olur.
En temel enerji kaynaklarımız bedensel ve duygusal enerjidir. Bedensel enerji yüksek veya düşük olabilir, duygusal enerji ise olumlu veya olumsuz olabilir. Tablo’da bu enerji dağılımı açık şekilde görülmektedir. Bir insanın olumsuz duygu ve düşünce ile olumlu bir davranış içinde olması ve potansiyelini dünyaya yansıtarak olumlu sonuç alması mümkün değildir.
Yürekten adanma ve üst düzeyde verim ancak yüksek ve olumlu enerji ile gerçekleştirilebilir. Yürekten adanma özellikle sonuçların yaşamsal önem taşıdığı durumlarda önem kazanır.
Yarın sabah ailenizden birinin önemli bir ameliyata gireceğini düşünün Cerrahın hangi kadranda olmasını isterdiniz? Hiç şüphesiz sağ üst kadranda değil mi? Cerrahın kızgın ve kaygılı olduğunu veya yorgun ve çökkün olduğunu görseniz ne hissedersiniz?