Hayat Reçete Edilemez
|Kimse kimseye hayatı öğretemez. Hayat reçete edilemez. Herkes kendi yanlışlarını yaparak hayatı öğrenir. Ancak bütün yanlışları yapacak kadar da uzun yaşamaz. Bu nedenle akıllı ve olgun insanlar başkalarının yanlışlarından öğrenirler.
İnsan hayatı boyunca huzur arar. Oysa mutluluk ve huzur, eğer kişi koruyucu ve destekleyici bir aile ortamında büyümüşse, ancak hayatın ilk üç yılında yaşanabilir. Çünkü çocuk evde geçirdiği hayatının ilk yıllarında oynadığı oyun ve kurduğu ilişkilerde, kendisini her şeyi yapma gücüne sahip, her şeye hakkı olan ve ölümsüz bir varlık olarak görür. Bunlar, bir bakıma, “kadir-i mutlak, hakim-i mutlak ve ölümsüzlük” olarak adlandırılan ve Tanrı’ya atfedilen vasıflardır. Hayatın ilk üç veya beş yılında bu huzur doyurucu bir şekilde yaşanmışsa, kişi hayatın dalgalanmalarına ve belirsizliklerine de o ölçüde iyi göğüs gerebilir ve bunlarla başaçıkabilir. Ergenlik, evlilik, hamilelik, anne-baba olmak, yaşdönümü, emeklilik, yas gibi değişimler de çok fazla zorlanmadan geride bırakılır.
Yetişkinlikte sağlık, mutluluk ve huzur “gerçeklik” ve “karşılıklılık” ilkelerinin içselleştirilmesiyle ve “ölümlülüğü kabul” ile mümkündür. Olgun insan gerçeklik ilkesi uyarınca, gücünün sınırlarını bilir ve kabul eder. Birey yetişkin olma yolunda, karşılıklılık ilkesi uyarınca sorumluluklarının farkına varır. Bir şeyi istiyorsa, karşılığında bir şey vermesi gerektiğini bilir. Çevresindeki insanların varlık nedeninin onun ihtiyaçlarını karşılamak olmadığını bilir. Kendini keşfetme yolunda ilerleyen insan, daima kendi direnciyle karşılaşır ve acı çeker. Çünkü her insanın iç dünyasında karşılaşmak istemeyeceği karanlıklar vardır ve kendi iç dünyasının derinlikleriyle karşılaşan insan, içindeki sırları bilmek de bildirmek de istemez.
Olgun İnsanların Özellikleri
Yetişkinlik döneminde dış dünyanın belirsizlikleriyle başaçıkabilmek ancak olgunlaşmayla mümkündür. Olgun insanın vasıfları; empati, hoşgörü, bağışlayıcılık, sevgi, sabır, şükür ve cömertliktir.
Bu özelliklerin hepsinin özel hayatta ve iş hayatında karşılığı vardır. Çok kullanıldığı ve tekrarlandığı halde hayata yansıtmakta en büyük güçlük çekilen özellik “empati”dir. Empati, kendini karşısındaki insanın yerine koyma, hissettiğini sezme ve bunu ona yansıtmadır. Empati konusunda yaşanan güçlüğün kaynağı, empati için karşımızdaki kişiyle eşit ilişki kurmak gerekmesidir. Karşısındakini eşit kabul etmeyen kişi, ona ancak “acır” ve “merhamet duyar”, ancak empati gösteremez.
Hoşgörü, olumluya odaklanmak ve yanlış yapılan bir işte bile önce niyet ve gayreti fark etmektir. Hoşgörü, insanlara gelişmek için fırsat vermektir. Hoşgörü olmadan, kendimizi de insanları da geliştiremeyiz. Bu özelliğe sahip insanlar, “yaklaşılabilir” insanlardır. Bu nedenle çevrelerinde kalıcı etki yapan ve iz bırakan insanlar yaklaşılabilir ve sıcak olanlardır.
Bağışlayıcılık, iç barışa ulaşmak ve çevremize olumlu enerji vermek için, “keşke”lerden kurtulup “iyi ki”lere yönelmek için gereklidir. Birlikte çalışmak ve yaşamak için temel koşuldur. Aile ilişkileri içinde bağışlayıcılığın özel bir önemi vardır. Gerçek sevgi bağışlamayı da içinde taşır. Özellikle de en bağışlanmaz görüneni. Bu, karşıdaki kişiye yapılan bir iyilik değil, kişinin kendi içindeki zehirden kurtulması için kendisine yaptığı bir iyiliktir.
Sevgi, insanlara enerji vermek ve onların potansiyelini hayata yansıtmalarına aracılık etmek için temeldir. Evde de işte de. Bu nedenle sevmek için bağışlamak gerekir. Gerçek sevgi tanımanın sonucunda gerçekleşir. Oysa tanımak sevmekten zordur. Çünkü insan kendinden kaynaklanan nedenlerle birini sevebilir. Biz çok kere insanların sosyal maskesini tanımayı, “tanımak” zannederiz.. Tıpkı bizim de insanlara sunduğumuz maskeyi, onların bizi tanıdıklarını sanmaları gibi. Bir insanı gerçekten tanımak, onun geçmişindeki zorlukları ve bu zorlukları aşmak için gösterdiği çabayı bilmekten geçer. Bu da derinlemesine sohbetler ve ön yargısız dinleme ile gerçekleşir.
Sabır, çocukların, astların, çevremizdeki insanların beceri kazanmaları, kendilerini değerli bulmaları ve geliştirmeleri için gereklidir. Sabır göstermek, iç gerginliğimizi yenip dünyayı algılayabilmeyi mümkün kılar.
Şükür, insanın elindekilerinin kıymetini bilmesidir. Şükür, “olmuş olana değil, olabilecek olana” odaklanmak için gereken gücü verir. Olumlu ve yapıcı düşünce biçiminin temelini oluşturur. Çünkü dünyadaki ve çevremizdeki iyi, doğru ve güzel olanları görmek ve bunu dile getirmek, yanlışları ve adaletsizlikleri düzeltmek için güç ve cesaret verir.
Enerjimizi Nereye Koyarsak Hayat Orada Gelişir
Yönettiğim bazı toplantılarda “hayatınızda en çok değer verdiğiniz beş şey nedir” diye sorarım ve bunları sıralamalarını isterim. Cevaplar üzerine düşündüklerinde katılımcıların büyük çoğunluğu, kaybetseler hayatları değişecek ve altüst olacak beş insana ne kadar az zaman ayırdıklarına kendileri de hayret ederler.
Olgun insan kalbine yakın olanı “çantada keklik” saymaz ve “kendisi için ne kadar önemli olduğunu” ve “ne için önemli olduğunu” ona hissettirir. Bunun için de onlara zaman ayırır. O insanların varlığına şükreder ve onlarsız hayatın ne kadar anlamsız olduğuna düşünür.
İnsanlar hayata dair en değerli ve temel şeyleri, kaybetmek üzere oldukları zaman öğrenirler. Şükredebilmek, bize bunların değerini kaybetmeden önce fark etme imkanı verir. Şükretmek, olumlu tutumun ve yapıcı bakış açısının çekirdeğini oluşturur. Şükretmeyi bilen insan, en zor durumda da “şu anda iyi olan ne?” sorusunu sorar. Böylece içinde bulunduğu istenmeyen durumda çıkmak için elindeki imkanlardan ve kaynaklardan yararlanarak sorunlara yapıcı çözümler getirir.
Cömertlik, yardımlaşma, ihtiyaç duyana, beklemediği zamanda bile “verme”, iş hayatında ekip çalışmasının da, sağlıklı bir beraberliğin de en güçlendirici ögesidir. Her türlü ilişkinin bitmesinin en önemli nedenlerinden biri, ihtiyaç duyduğu zaman birinin diğerine yardım etmemesidir. “Bu benim sorunum değil” veya “Bu senin sorunun, ben karışmam” ifadeleri, ilişkileri önce yaralar, sonra da kopartır.
Sağlık ve mutluluk, ilişkilerin ve üretkenliğin anlamlı olmasıyla mümkündür. Bir insan böyle bir ilişkiye kuvvetle bağlanır. Yaptığı işe kendisini adar ve kendini aşan bir aidiyet duygusu yaşar. Bu, dinsel bir referans içinde, tek Tanrı’ya; Buda veya Şinto gibi tanrısız dinlerde ruhsal bir varlığa veya tutarlı ahlaki ilkeler gibi kendini aşan bir soyut kavramlar bütününe ait olmayı içine alabilir. Bunun adı “vicdan”dır. Vicdan doğru yoldan çıktığı zaman insana “azap” verir. Vicdan, dürüst olmayı gelecekte bir ödül elde temek için değil; kişinin kendisine olan saygısını koruması için pusuladır. Aydınlar da toplumun vicdanıdır. Çıkar uğruna egemenlere boyun eğen aydınlar, “entel”, “dantel” gibi nitelemelerle aşağılanır.
Ritüellerin Önemi
Bu bağlılıkla yaşanan hayatın ritüelleri vardır. Ritus Latince “doğru eylem” demektir. Hayatında değişiklik yapmak ve farklılık getirmek isteyen insanın atması gereken üç adım vardır. Bunlar kendine uyan yöntemi bulmak, sonra kararlı olmak ve konfor alanının dışına çıkmak, daha sonra da bunu sürekli olarak yapmak ve bu doğru eylemleri uygulamaktır. Bunun adıdisiplindir. Disiplin çok kere Türliye’de baskı ve dayatma olarak algılanır. Oysa disiplin ilkelerde, hedeflerde, eylemlerde tutarlılıktır. Aynı durum iş hayatı için de geçerlidir. Kurumlar da değişim yapmak için aynı yolu izlemek zorundadır.
Ancak yukarıda saydığımız empati, hoşgörü, bağışlayıcılık, sevgi, sabır, şükür ve cömertlik özelliklerine sahip olmayanların aşırı kararlılıkla uyguladıkları disiplin, kişiyi olgun değil saplantılı kılar. Çünkü bütün ilmini tek bir kitaba borçlu olanlar “fanatik”tir. Ne türlü olursa olsun fanatikler dünyaya tek bir açıdan bakarlar ve her olayı ve kişiyi kendi kafalarındaki şablona oturturlar. Fanatikler, kendileri gibi düşünmeyenlere tahammül gösteremezler ve sadece kendileri gibi düşünenlerden ibaret olacak bir Dünya hayal ederler.
Sonuç
Farklılık evrendeki tek mükemmelliktir. İnsanı farklı yapan da kusurlarıdır. Kusur dediğimiz çok kere, “bize uymayan” veya “bizim gibi olmayan”dan duyduğumuz rahatsızlıktır. Leonard Cohen sonradan besteleyerek şarkıya dönüştürdüğü bir şiirinde, “her şeyde bir çatlak var. Işık oradan girer” derken işaret ettiği budur. İnsanları yargılamadan yaklaştığımız ve gerçekten anlamak için çaba harcadığımız zaman farklı bir ilişki düzeyine ve duygu durumuna geçmemiz mümkün olur. Belki de yetişkin hayatta peşinde koştuğumuz huzura ulaşmak için bu önemli bir adım olabilir.
Kaynak:
Karasu,T.B.: Huzurlu Yaşama Sanatı. Boyner Yay.2004.
Sayın hocam,bugün az önce kanal +1 de konuşmalarınızı duydum..Öncelikle bu dolu dolu dolu konuşma için çok teşekkürler.çok faydalı oldu..
Sizin gibi bir değeri daha yeni fark ettiğim için üzgünüm.Yüreğinize sağlık.
Bundan böyle elimden geldiğince takipçinizim.
İzmir’den saygılar..
“AYDINLATICI VE AÇIKLAYICI”