Kötülük ve Budalalık
|Tarihin tozlu sayfalarına terkedilmeyecek bir aydın olan Dietrich Bohoeffer’in hayat hikayesi, kötülük ve budalalık konusunda her dönemde geçerliliğini koruyan ve ders alınacak bir örnektir
Nazi döneminde Almanya’da yaşayan bir din adamı olan Bonhoefer’e göre budalalık kötülükten tehlikelidir. Adolf Hitler 1933 yılında Almanya’da iktidara el koyduktan sonra sadece devleti değil kiliseleri de kendi kötü ideolojisine ve planlarına dahil etmeye girişmişti. Bonhoeffer, kilisenin ve aydınların sindiği bir dönemde Hitler’e karşı çıkmayı ahlaki bir misyon olarak üstlenmiş ve ABD’nin kendisine sunduğu sığınma hakkını reddetmişti. Bulunduğu Flossenburg Toplama Kampının, Amerikan güçleri tarafından kurtarılmasından üç hafta önce 9 Nisan 1945’de 38 yaşındayken, Hitler aleyhinde bir komploya karıştığı iddiasıyla asılarak idam edilmiştir. Güçlü bir Tanrı inancına sahip olan Bonhoeffer’in idam edilmeden önce bir gardiyana şöyle dediği bilinir: “Bu sizin için bir sondur, ama benim için hayatın başlangıcıdır.”
Daha sonra Vatikan tarafından Aziz ilan edilen Bonhoeffer’in, Londra’nın hem dini hem de kraliyet açısından çok seçkin bir mekanı olan Westminister Abbey Kilisesinin cephesine, M.Luther King ve diğer iki aziz ile birlikte heykeli konmuştur. Ayrıca Almanya’nın birçok yerinde heykeli ve anısını yaşatan yazıtlar vardır. Değerleri için bedel ödemeyi göze alan Bonhoeffer’in şu sözü, heykellerinden birinin altında yazmaktadır: “Bu dönemin güçlüklerini halkımla paylaşmazsam, savaştan sonra Almanya’da Hıristiyan yaşamının yeniden kuruluşuna katılma hakkını yitiririm”.
Günümüz dünyasında adalet “kullanışlılık”la eş anlamlı olmuş, bir başka ifadeyle “işime yarıyorsa adildir ve doğrudur” anlayışına dönüşmüştür. Bugün bu anlayışla kamuoyunu oluşturmaya çalışan birçok akademik ünvanlı kişi, medya mensubu ve sözde kanaat önderi, yakın tarihte (onlarca yıl sonra bile olabilir) yeni bir dönem ve anlayışın egemen olacağı politik iklimde yer almak için, kendilerinin bile inanmadığı, yalanlar söylemek zorunda kalacaktır. Tarih bunun sayısız örneği ile doludur.
Bonhoeffer hapiste yazdığı “On Yıl Sonra” kitabında kötülük ve budalalığı birbirinden ayıran bir bölüme yer vermiştir. Ona göre kötülüğe karşı çıkmak ve protesto etmek mümkündür ancak budalalık için bu söz konusu değildir. Çünkü budalalara karşı mantıklı açıklamalar yararsızdır. Budala kendini güvende hissetmesini sağladığı için inancıyla mutludur. Bunun sonucunda bazen açık gerçeği inkar ederek mutlu olur, üstüne gidilirse de kızar ve saldırıya geçer. Gerçek inkar edilemeyecek kadar açık olduğu durumlarda da, ya gerçeği tahrif eder ya da gerçeğe yüklediği anlamı değiştirir.
Kötüler ve budalalar ile mücadele yöntemleri farklıdır. Bunun için budalalığın doğasını anlamaya ihtiyaç vardır. Budalalık entelektüel değil ahlaki bir sorundur. İnsanlar hem entelektüel hem de budala olabilir. Budalalık, yetersiz zeka gibi genetik bir kusur değildir. İnsanlar ya kitle iletişim araçları ve propoganda ile budala yapılır veya kendi rahatları için budala olmayı tercih edebilir.
İyi bir insanda olması gereken vicdanın işlevi insanı rahatlatmak değil, rahatsız etmektir. Rahatlatan vicdan olmaz. Kadim Anadolu kültürü vicdanın bu özelliğini, “vicdan azabı” ve “vicdan azapta gerek” gibi özlü şekilde ifade eden deyişlere sahiptir. Vicdanlı insanlar ezenden değil, ezilenden; güçlüden değil güçsüzden yana olur. Aydınlar da toplumun vicdanıdır ve onların da toplumu rahatsız etmesi beklenir. Böylece başlangıçta çok aykırı gözükse de yeni ve farklı fikirler ortaya çıkarak toplum dinamizmine ve değişimine zemin hazırlar.
“Elindeki tek araç çekiç olan kişi…”
Bonhoeffer’e göre toplumu yöneten ve gücü elinde tutanların, insanların budalalığına ihtiyaçları vardır. Bu durum entelektüel bir sorun olmayıp, insanların iradelerini çevrelerindekilere uyarak başkalarına terk etmeye istekli olmalarından kaynaklanır.Bu nedenle yönetenler budalaları sever ve budalalık topluluk içinde ortaya çıkar ve yayılır.
Yalnız ve kendi sakin hayatları içinde yaşayan insanların budala olma ihtimalleri düşüktür. Çünkü budalalık psiko-sosyal bir fenomendir ve grup içinde yaşamak bunu geliştirir. Ancak geçmişten farklı olarak günümüzde grup içinde olmak, fiziki olarak insanların yanında veya insanlarla birlikte olmayı gerektirmiyor. Sosyal medya platformlarındaki yankı odaları, haklılık duygusunu pekiştirerek insanları gerçeklikten kopartıyor.
Budalalarla tartışmak yarar getirmez çünkü her türlü kanıta, ezberledikleri sloganlarla cevap verirler. Edward de Bono’nun, Bonhoeffer’den yarım asır sonra söylediği gibi, “elindeki tek araç çekiç olan kişi her şeyi çivi gibi görmeye başlar”. Onun tanımıyla budalalar kör, tutsak ve zihinsel olarak istismar edildikleri için, kötüyü göremez, kötü olduğunu anlayamaz veya çoğunlukla anlamak istemezler. Budalalığı terk etmek, dıştan değil içten gelen bir aydınlanmayla gerçekleşebilir. Bu aydınlanma da çoğu zaman, kişisel veya toplumsal, büyük bir hayal kırıklığı yaşandığında ortaya çıkar. Bu zamana kadar ikna çabaları yararsızdır.
Pandemi döneminde yaşadığımız aşı tartışmaları bu duruma iyi bir örnek olarak literatüre geçmiştir. Türkiye’de aşı karşıtı otuz sosyal medya hesabı, yurt dışındaki benzer kaynaklardan da beslenerek, aşı konusunda tereddüt doğurmuş ve kararsızlığa sebep olmuştur. Bu durum tarihi kaynaklarda hem Mevlana’ya hem de İmam-ı Şafii’ye atfedilen “Bir delil ile kırk alimi yendim, kırk delil ile bir cahili yenemedim” sözünü haklı çıkartmaktadır Bazı insanlar binlerce bilim adamının söylediği ve ortaya koyduğu gerçeklere inanmak yerine, kim olduğu belli olmayan birinin sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı duyurulara inanmayı tercih etmiştir
Sonuç
Pandemiden kurtuluş hızlı ve toplu hareket etmeye bağlıydı. Yurttaşlık bilincinin göstergesi toplum yararına “gönüllü itaattir”. Ancak yurttaşlık bilincinin zayıflaması sonucu, eğitimli ve eğitimsiz budalalar arasında, “Siz aşınızı olun, bana karışmayan” diye özetlenebilecek, kayıtsız ve sorumsuz bir davranış kalıbı ortaya çıkmıştı. Bu anlayış, yurttaşlık bilincinden yoksun birisinin “Siz gece farlarınızı yakın, ben size karışmıyorum ama siz de bana karışmayın. Ben farlarımı ister yakarım, ister yakmam, size ne?” demesinden farkı yoktur.
Ahlaklı bir toplum için eylemler ilgili tarafların bütününü hesaba katan bir anlayış ve düşüncenin ürünü olmalı ve en önemlisi topluma karşı sorumluluk taşımalıdır. Çünkü toplum içinde yaşayan bir birey olarak sahip olduğumuz haklar, yerine getirdiğimiz sorumluluklar ölçüsünde ve karşılığında meşrudur.
Son paragraf bu yazıdan anlamamız gerekenin özeti olmuş; “Ahlaklı bir toplum için eylemler ilgili tarafların bütününü hesaba katan bir anlayış ve düşüncenin ürünü olmalı ve en önemlisi topluma karşı sorumluluk taşımalıdır. Çünkü toplum içinde yaşayan bir birey olarak sahip olduğumuz haklar, yerine getirdiğimiz sorumluluklar ölçüsünde ve karşılığında meşrudur.”
Sn. Hocam,
Makalenizin altına imzamı atarım. Lakin aşı karşıtlığı örneğinin ana temaya oturduğunu düşünmüyorum. Bu budala da kim diyebilirsiniz. Varsın olsun. Sizden geleni iltifat telakki ederim.
Saygılarımla,