Risk

risk.jpg_581529[1]

Çevremdeki insanların büyük bir bölümünün GDO (genetik değişime uğramış)’lu ürünlerden büyük bir korku duyduklarını görüyorum. Bu konuda kadınların daha duyarlı oldukları da bir başka gözlemim. Oysa ne tırnaklarına sürdükleri ojede, ne dudaklarına sürerek zamanla yiyip yuttukları rujda, ne de yüz ve vücutlarına bol miktarda sıktıkları parfümde herhangi bir doğal maddeye rastlamak mümkün.

Geçen yıl yaşanan domuz gribi endişesinin Dünya’nın her yerinde paniğe neden olduğunu ve bunun sonucu bir çok ülkede hükümetlerin finanse etmek zorunda kaldığı aşı kampanyalarının yanı sıra, sterilize edici sıvılar, sabunlar, maskeler ve benzeri destek ürünlerinin milyarlarca dolarlık bir pazar yarattığını biliyoruz.

Şimdi aşağıdaki soruları cevaplandırın.

1) İnsan sağlığı açısından güneş ışığı mı yoksa nükleer santral mi daha zararlıdır?
2) Dünyada ölüme sebep olan olaylarla yan tarafta verilen sayıları eşleştirin.
a) Savaş 310 000
b) İntihar 815 000
c) Cinayet 520 000
3) Sigara mı daha tehlikelidir, yoksa silah mı?

2006 yılına kadar Dünya’daki en büyük nükleer kazası olan çernobil’de 100 ölüm kayda geçmişti. Ancak çernobil’in esas zararı, o bölgeye çok uzakta olan yerlerde de yatırımların durması, insanların işsiz kalması, alkol ve depresyon gibi sorunların yaşanması, çocuklarının etkilenmiş olabileceğini düşünen hamile annelerin 100 000 den fazla kürtaj yaptırması gibi, insan beyninin ürettiği korkulara temel olmasıydı. Diğer taraftan her yıl Dünya’da on binlerce (sadece ABD’de 8000) kişi güneşteki ultraviyole ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden ölmektedir. Benzer şekilde sırtında çıkan sivilce için sağlığından endişelenip doktora giden birinin, günde bir paket sigara içmeye devam ettiğini biliyorum.

İkinci soruda yer alan ölüm sebepleri ise doğru sıralanmıştır. Bu üç olgu açısından en büyük ölüm nedeni intiharlardır. Bunu cinayet, daha sonra da savaş izlemektedir. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi insanlara gerçekten zarar veren veya onları öldüren risklerle, onları korkutan riskler farklıdır. örneğin 2009 yılında ticari uçuşlarda ölenlerin sayısı 650 kişiydi ve bu sayı evinin banyosunda kayıp düşerek ölenlerden kat kat azdı. İnsanların korkması için işin içinde kontrol edilemeyen bir “dehşet” faktörünün olması gerekir. “Uçak kazası” gibi bir kelimeyi düşündüğünüzde, zihninizde canlanan resim bir dehşet tablosudur. Ancak uçağa binmekten korkan bir çok kişi, iki kadeh içki içmenin kendisini etkilemeyeceğine inanır ve direksiyonuna geçtiği arabanın uçağa binmekten çok daha güveni olduğunu düşünür. Böyle bir kişinin arabasını kullanırken sigarasını yakması ve çalan cep telefonuna cevap vermekte bir sakınca görmemesi doğaldır.

Üçüncü sorunun cevabı ise çok açıktır. Sigara her yıl, ülkemizde de, Dünya’da da silahtan çok daha fazla can almaktadır. Ancak sigara içen bir kişi isterse sigarayı bırakabileceğini ve dolayısı ile riski kontrol etmenin kendi elinde olduğunu ancak kendisine yönelen bir silahtan çıkan kurşunu durduramayacağını düşünür.

Risk algısı üzerindeki önemli bir faktör de “bilinirlik”tir. Bu bildiğimiz tehlikelerle sürekli karşılamaktan kaynaklanan “duyarsızlaşma”ya yol açar. Türkiye’de hergün trafik kazalarında ortalama olarak ondan fazla ölüm olduğunu, bu sayının bayram dönemlerinde kırkın üzerine çıktığını biliriz. Ancak yola çıkan ve araba kullananlar bunun kendi başlarına gelmeyeceklerini düşünürler. Buna karşılık domuz gribi veya kuş gribi insanları çok daha fazla korkutur. çünkü bir riskin sonuçları ne ölçüde belirsiz ve sebebi anlaşılmaz veya zor anlaşılır (GDO larda olduğu gibi) olursa, o ölçüde korkutucu olur. Bir de buna, kerametleri kendilerinden menkul “uzman”ların son derece iddialı ve kesin konuşmaları eklenince korku, dehşete dönüşür.

Yatırım kararları

İnsan beyni para ve yatırımla ilgili konularda da farklı çalışmaz. Borsada yaşanan felaketler denince, Dünya ölçeğinde düşünüldüğünde, ilk akla gelen 1929 yılıda ABD’de yaşanan çöküş olur. Bunun ancak tarihi bir önemi vardır. Daha sonra da 2009 yılı hatırlanır. Ekonomik dalgalanmanın Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri düşünüldüğünde akla gelenler 1994, 2001 ve 2009 krizleridir. İlk iki dalgalanmada Türk Lirası ciddi olarak etkilenmiş ve birkaç gün içinde yarı yarıya değer kaybetmiştir. Bu kayıplar, sorumlu bakan ve yöneticilerin aksi beyanlarına rağmen gerçekleşmiş ve insanların beyninde ve ruhunda derin bir iz bırakmış, güven duygusunu köklü olarak zedelemiştir.

2002 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Daniel Kahneman; ” Bir olayın meydana gelme ihtimalini, hatırlama kolaylığımıza göre değerlendiririz”, demiştir. Döviz tasarrufu olsun veya olmasın, 1994 ve 2001 krizlerinden Türk halkı o kadar çok etkilenmiştir ki, tasarruflarının bütünü ve hatırı sayılır bir bölümünü ısrarla ve ısrarla “Amerikan Doları”nda tutmaya devam etmektedir. Ekonomi konusunda yazan ve konuşan bir çok uzmanın, Türk Lirası tutmanın uzun vadede çok daha karlı olduğunu, uzun yılları içine alan kıyaslamalı tablolarla ortaya somut bir şekilde koymaları, sonucu değiştirmemektedir. Sonuç olarak, Kahneman haklı çıkmakta ve Türk halkının birinci sıradaki yatırım tercihi Amerikan Doları olmaya devam etmektedir.

İnsanların böylesine akıl dışı davranmasının nedeni, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz, tehlike ve ödüle aşırı duyarlı olan “hisseden” beynimizin, konuları tüm boyutlarıyla değerlendiren “düşünen” beynimizden daha etkin olmasıdır. çünkü eğer ortama belirsiz bir risk havası egemen olursa, bu en bulaşıcı grip virüsünden daha etkili olarak geniş kitleleri etkilemeye başlar. Bunun sonucu olarak “algıda seçicilik” oluşur ve gelen her bilgi, endişeleri artıracak biçimde yorumlanır. İlginç olan insanların % 50 sinin olumsuz haberlerden etkilendiklerini kabul etmelerine rağmen, sadece % 3 ünün bunun kararlarını etkilediğini kabul etmeleridir.

Sonuç

İnsanlar alışılmış risklerin ciddiyetini ve meydana gelme ihtimalinin yüksekliğini göz ardı ederler. Buna karşılık meydana gelme ihtimali düşük risklerin boyutunu önemseyerek olduğundan daha ciddiye alır ve endişelenirler. Bu durumu dürbünden bakmaya benzetebiliriz. Dürbünle çevreyse baka bir kişi uzakta olan yakında görür, yakında olanı ise bulanık. Bu konudaki en somut örnek İstanbul’da yaşayanlar için deprem karşısındaki tutumdur.

Yatırım kararları açısından en büyük risk enflasyondur. Türkiye’de % 6-8 lik bir enflasyon düşük gibi gözükse de, yatırım şirketlerinin veya bankaların alım ve satımlar sırasında aldıkları komisyonlar, yatırımcılar tarafından, büyük çoğunlukla, bir maliyet faktörü olarak hesaplanmaz. Bütün bu olgular, “hisseden” beynin akıl dışı ancak öngörülebilir olarak bizi yanılttığını göstermektedir.

Sending
User Review
5 (1 vote)
2 Comments

Add a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.