Değişen Değerler (*)
|
Türkiye 1980 yıllarından sonra çok fazla Amerikan kültürünün etkisi altına girdi ve bir anlamda kültürel açıdan Amerikanlaştı. Yüzyıllar boyu üç kıtaya egemen olan Osmanlı İmparatorluk birikiminden, Cumhuriyet dönemi ile evrensel değerlerle bütünleşen ve azınlıklarla zenginleşen kültüründen koptu. Erdem biriktirmekten mal ve para biriktirmeye geçti. Geçmişte mahrumiyet bölgelerinde görev yapmak karanlığa ışık götürmek anlamına gelirken, bugün fırsatını bulup oralardan uzaklaşmak önem kazandı. Bedelli askerlik yapmak gururla dile getirilir oldu ve bunun yurttaşlık bilincini ortadan kaldırdığını kimse fark etmedi. Kalkan şehit cenazelerinin hep “ekmeğin fiyatını bilenler” olmasını kimse yadırgamadı.
Başkalarının yararını gözetmek önemli olmaktan çıktı, kendi çıkarını toplumun çıkarının üzerinde tutmak doğal oldu. Özür dilemek erdem sayılırken, bugün ne bahasına olursa olsun bağırarak haklı çıkmaya çalışmak doğru sayıldı. Zayıf olanın yanında yer almak, onun için göz yaşı dökmek ve onu korumak erdem sayılırken, bugün güçlüden yana olmak ve işine geleni ve kendi görüşüne uyanı doğru ve adil kabul etmek doğal sayılır hale geldi. Adaletin işlevselleşmesi norm oldu.
Tarihimiz cesaret, kahramanlık ve fedakarlıklarla dolu olduğu halde pandemi döneminde beklenen kurallara uyum ve bunun için küçük fedakarlıklar yapması, özgürlüğe müdahale sayıldı. Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülke yurttaşlık bilincini yitirdi. Kısacası değerler değişti. Sorumluluk anlayışının yerini hak aldı. Çocuklar “ayağına taş değmesin” anlayışıyla yetiştirilmeye başladı. Bunun sonucunda sorumluluk sahibi olmaya gerek duymadan “hakları” olduğuna inanan gençler yetişti. Oysa insanı güçlendirenin, ayağına takılan taşların üstesinden gelme mücadelesi sonucunda kazanılan beceri ve deneyim olduğu unutuldu.
Olgun insan olmak yerine görünmek, göstermek ve gösteriş yapmak önem kazandı. “İmaj oluşturmak” bir iş alanına dönüştü. Kalıcı olmak değil güncel olmak değer kazandı ve böylece derinliğin yerini yüzeysellik aldı. İnanç ve bilgi insanların farklı ihtiyaçlarına hizmet etmesi gerekirken, inanç bilginin yerini aldı. Bunun sonucunda medyumlar, falcılar ve astrologlar ana akım medyada baş köşeleri işgal etmeye ve kanaat önderi sayılmaya başladılar.
En önemlisi utanç duyulacak şeyler değişti. Fakirlik; aptallık, beceriksizlik ve tembellik sayılmaya başladı. Bu duruma yol açan fırsat eşitsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizlik bütünüyle görmezden gelindi. Birçok özel üniversite sınavları daha kolay yapması için hocalara telkinde bulunmayı iş hayatının gereği kabul etti. Bu öğrencilerin ödev ve tezlerini ücret karşılığı yapan internet siteleri karlı bir iş alanı oluşturdu.
Olgunluk yolculuğu, kişinin hayatı boyunca sorumluluk üstlenmesi ve bunun için hazzını ertelemesiyle gerçekleştirilir. Oysa günümüzde insanların varlık nedenleri, haz ve anında doyum elde etmeye dönüşmüş durumda. Böylece duygu tatminine dayalı, dürtü temelli bir hayat norm oldu. Ancak insanlar şunun farkında değiller. Hazza dayalı bir hayatın hikayesi olmaz. Konfor ve varlık içinde yaşanan bir hayat, kişiye potansiyelini tanıma, onu geliştirme ve gerçekleştirme imkanı vermez. Bu değerlendirmenin geçerliliğini sınamak için çevreye bakmak yeterlidir.
Para, sevgi, itibar ve saygı her insanın ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Ancak bunlara emek vermek ve hak etmek gerekir. Üretmeden tüketmek hakkını kendinde görmek büyük çoğunlukla hayal kırıklığı yaratır. Bir hayatın içinde acı, üzüntü, hayal kırıklığı ve başarısızlık yoksa o hayat mantar bir hayattır. Bir hayatı anlamlı kılan aşılan engellerdir. Bu engelleri aşmak için verilen mücadele, kişinin kulak vermeye ve saygı duyulmaya değer bir hayat hikayesi oluşturmasına imkan verir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi, “ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisi olabilir”. Çünkü gerçek anlamda deneyim, istediğimiz şeyin, istemediğimiz gibi olması, sonucunda kazanılır.
(*) Hayatın Hakkını Vermek ( Doğan Yayınevi) kitabından değişikliklerle düzenlenmiştir.