Medeniyetin Cilası Çok İnce
|(Covid-19 Sonrası Türkiye ve Dünya)
Bu yazı yakın zamanda yaşanan ve aynı bilgileri tekrarlamanın bir sonuç vermediğini gösteren toplumsal olaylar üzerine kaleme alınmıştır. Aynı zamanda Corona sonrası Türkiye ve Dünya’daki gelişmeler konusunda öngörüleri içermektedir.
* * *
Nasıl bir his biliyor musun?
Oda geniş ama sığamıyorum.
Kapı orada ama çıkamıyorum.
Cemal Süreyya
Şaire aşk acısının ve iç sıkıntısını yaşatan duygu bugün Türkiye’de birçok evde egemen. Çünkü eşi ve benzeri yaşam deneyimimizde bulunmayan bir süreçten geçiyoruz. Ancak sanat hayatın yaşanmamış cephelerine ışık tutar ve yolumuz aydınlatır.
“194…” Oran / Cezayir
Albert Camus, öğrencilik yıllarımda, entelektüel olduğunu göstermek isteyen gençlerin kendilerini okumak zorunda hissettikleri ve okurken zorlandıkları bir yazardı. Veba bu dönemde okuma listemde yer almış ancak alt metnini anlamamış olduğum bir kitaptı. Roman 1940 yıllarının birinde Cezayir’in Oran Kentinde yaşanan veba salgını konu ediyordu. Kentin papazı, Tanrı’nın günahlarının bedelini ödemesi gerekenleri bu yolla aldığına inanıyor ve duruma karşı çıkılmamanın nafile olduğunu, yapılaması gerekenin boyun eğmek olduğunu söylüyordu. Kentin doktoru ise bilimi ve direnmeyi temsil ediyordu. Zaman içinde masum çocukların da ölmeye başlaması vebaya direnişte tüm safları birleştiriyordu. Bu süreç içinde insanlar korkudan sadece fiziksel değil duygusal bir uzaklaşma içine giriyordu.
Camus için veba mikrobu insanların duyarsızlığını, bilinçsizliğini ve ben merkezciliğini; kısacası içlerindeki kötülüğü temsil ediyordu. O’na göre insanlar bu duygularını terk etmedikçe bu mikrop (bugün virüs) insanlık için tehdit olmaya devam edecekti. Salgın süresinde evlerine kapanıp dua eden ve tövbe eden ve farklı bir insan olmaya söz verenler, salgının bitmesiyle sokaklara dökülüp kutlamalara katılıyor ve hızla eski alışkanlıklarına dönüyordu.
Gerçek Kriz
Kriz, alışılmış yöntemlerle çözülemeyen durumlara verilen isimdir ve içinden geçtiğimiz süreç tarihte eşi ve benzeri olmayan ve bu nedenle de kıyas şansımızın olmadığı bir dönemdir. Bu dönemi tanımlayacak kavramlar belirsizlik, karmaşa ve kararsızlıktır. Her türlü krizin en az zararla atlatılmasında üç kuruma güven büyük önem taşır. Bunlar bilim, medya ve kamu yönetimidir. Ancak dünyanın her yerinde politikacılar derece derece bu güveni zedelemektedir. Dolayısıyla bu üç kuruma güven ne ölçüde yüksekse, krizlerin niteliği ne olursa olsun (doğal afet, ekonomik, sağlık veya güvenlik) en az zararla geride bırakılır, yaralar sarılır ve hayat mümkün olan en kısa zamanda normale döner.
Şimdi de Corona’dan sonra Dünya’nın asla eskisi gibi olmayacağını söyleyen çok kişiyi duyuyoruz. Böyle düşünenlerin haklı oldukları bazı konular var. Krizler bazı konularda uzun sürecek değişikliklerin hızla gerçekleşmesini sağlar. Bu değişikliklerin başında uzaktan / evden çalışma ve uzaktan eğitim gelecektir.
Evden Çalışma ve Uzaktan Eğitim
Sahip oldukları anlayış ve kurum kültürü açısından evden çalışma düzenini aklına dahi getirmeyecek olan kurumlar, son günlerdeki gelişmeler nedeniyle, bu sisteme uyum sağlama çabası içindeler. Evde olmak ve işe odaklanmak iki tarafı keskin bir kılıçtır. Bu hem kurumlar hem de çalışanlar için geçerlidir. Kurumlar açısından zorluk, birçok iş alanında ve şirkette çalışanın gerçek verimliliğini ölçmenin zorluğundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle çalışanlar ‘göz önünde ve el altında’, olurlarsa, işlerini yaptıkları varsayılır. Özellikle kurucu babanın yöntemlerinin geçerli olduğu şirketlerde patron işten ayrılmadan iş yerini terk etmek, çalışmayı hafife almak sayılır ve iyi gözle bakılmaz. Evden çalışma uygulaması çalışanların içindeki yaratıcı potansiyeli ortaya çıkartmak için bir fırsat olacaktır. Böylece özellikle İstanbul gibi trafiğin çalışanların enerji ve zamanını anlamsız yere tükettiği bir kentte bu uygulama büyük değer taşımaktadır. Evden çalışma uygulamasını şirketler için daha küçük alanlar, daha az gider gibi benzeri yan yararları da madalyonun bir diğer cephesidir.
Başta IT ve İK bölümleri olmak üzere, çalışanlar ve yöneticiler değişime uyum ve geleceğe hazırlık açısından bir sınav sürecindeler. Bu aynı zamanda moda kavram olan kurumsal ve yönetsel çeviklik açısından da bir test olarak değerlendirilebilir. Türkiye’deki bir bankanın yaptığı araştırma gençler için bir gün evden çalışma imkanının, yüzde yirmi ücret artışına tercih edildiğini ortaya koymuştur.
İkinci büyük değişiklik, uzaktan eğitim konusunda olacaktır. Uzaktan eğitim uzun bir süredir birçok özel okul ve devlet üniversitelerinin sınırlı ölçüde uyguladığı bu yöntem, bazı aksaklıklarına rağmen, günler içinde hayatın bir parçası oldu. Bu konuda esas sorun teknoloji değil, hoca ve yöneticilerin zihniyetinde yatıyordu. Zamandan ve mekandan bağımsız eğitim kaçınılmaz olarak kalıcı olacak ve eğitimin niteliği yükselecektir.
Başka Neler Kalıcı Olacak?
Bu iki uygulamanın harekete geçirdiği bazı değişiklikler de birkaç yıl içinde gerçekleşecektir. Örneğin şirketlerde hiyerarşi zayıflayacak ve buna bağlı olarak geleneksel yönetim yapısı değişmektir ve karar mekanizmaları da çeşitlenecektir. Sınırlı da olsa evden çalışma, kadınların iş hayatındaki sayısını ve etkinliğini artıracaktır. Evi ve işi arasında tercih yapmak zorunda bırakılan birçok kadın, eğitiminin hakkını verecek ve potansiyelini kullanarak çalıştığı kuruma katkısı aratacaktır. Böylece üst yönetim kademelerinde de kadın sayısı yükselecektir.
Türkiye’de şirket iflasları ve nakit akışını yönetemeyen işletmelerin el değiştirmesi kaçınılmaz olacaktır. İşsizlik artacak, emeklilik sistemleri zorlanacak, yeni vergiler gelecek, gelir ve servetler küçülecektir.
Dünya’da ekonomik toparlanma zaman alacaktır. Ancak rezervi olan ekonominin lokomotifi niteliğindeki ülkelerde devletlerin sisteme akıttığı kaynak iki yıl içinde dengelenmeye imkan verebilir.
Toplum psikolojisi perspektifinden bakıldığında önümüzde iki senaryo gözüküyor. Birincisi iyimser senaryo: İnsanlar tüketim alışkanlıklarını sorgulayacak, dayanışma, insani değerler, ihtiyacın ötesinde mal edinme ve lükse yönelme eğilimi zayıflayacak, doğaya verilen zararın farkındalığıyla ona daha saygılı olacaklardır. İkinci ve kötümser senaryo: Uzun süreli resesyon ve işsizliğin yol açtığı sosyal huzursuzluklar, demokrasisi kırılgan ülkelerde rejimlerin sertleşmesine, içe kapanma, ırkçılık ve ayırımcılığın artmasına yol açacaktır.
Medeniyetin Cilası
Gece yarısından iki saat önce iki gün için ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında yaşanan izdiham, insanın bildiklerini dakikalar içinde unutarak kendini ve başkalarını tehlikeye atabildiğini gösterdi. Bir kere daha anladık ki, bilgi davranışı değiştirmiyor ve medeniyetin cilası çok ince. Eskiden kendine benzemeyenleri dışlayan ve onlardan uzaklaşan insanlar, herkesin birbirinden ve sevdiklerinden korktuğu bir dünyada yaşamaya başladılar. Dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyenler, yaşamsal tehlike ve birbirlerine bulaştırdıkları korku ortadan kalktığında, yukarda sıraladığımız sisteme dönük sınırlamaların ötesinde bastırılmış duyguların coşkusuyla eski alışkanlıklarına ve dünyaya zarar veren tüketim alışkanlıklarına geri dönecek ve Camus’nün 80 yıl öncesini anlattığı Veba romanında olduğu gibi bütün tövbelerini unutacaklardır.
Sonuç
Hayat değişimlerle dolu ve bizim bu değişimleri yönetme biçimimiz bizi şekillendiriyor ve dönüştürüyor. Bu dönüşümün ne yöne olacağına da herkesin özünde ve cevherinde var olan iyilik ve kötülük ikileminde, neyi beslediğine bağlı oluyor. Bütün okurlarımıza sosyal mesafelerini korudukları ancak uzaktaki aile üyeleri ve arkadaşlarıyla bağlarını ve ilişkilerini güçlendirdikleri sağlıklı günler dilerim.
hocam harika bir yazı olmuş. insanoğlu yaşadıklarını unutacak hele ki düşünmeyen toplumlarda bu unutma hızı misliyle olacak hele ki komplocu fikirlerin peşinden koşan toplumlarda bu unutma hızı misliye olacak ve yine gerçek kahramanlar yani sağlıkçılar unutulacak . Umarımyanılırım ve yanılmak isterim ki onlar yine dövülecek yine şiddete uğrayacak. Umarım yanılırım.