Milliyet Gazetesinde Acar Baltaş
Gezi Parkı Polislerinin Psikolojisi
Haziran ayının ilk haftasından bu yana, gerek medyada gerekse gündelik sohbetlerde, en çok tartışılan konulardan bir tanesi Gezi Parkı olaylarında görev alan polislerin tutumu oldu. Polislerin olaylara yaklaşımı, aralarında Başbakan’ın da bulunduğu kimilerine göre çok doğal ve hatta ödüllendirilmeye değer ölçüde “kahramanca”; kimilerine göre de, en hafif deyimiyle “aşırı ve gereksiz” sertlikteydi. Bu arada polisin gösterdiği şiddetin arkasında çok uzun saatler çalışmanın, yorgun ve uykusuz kalmanın olduğu, bu durumun da olaylar sırasında görev yapan polislerin psikolojilerini etkilediği dile getirildi.
Konuyu ele alırken ve polislerin psikolojisini yorumlarken sadece o günlerdeki fotoğrafa bakmanın yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü polislerin davranışlarının arkasındaki nedenleri anlamak ve onların psikolojilerini değerlendirmek için konuya biraz daha geniş perspektiften bakmak gerekir. Konuyu genişletirken, önemli olmakla beraber, polislerin içinden çıktıkları demografik özelliklere, aile yapılarına kadar uzanmayı işaret etmiyorum. Bunun nedeni polislik mesleğini seçen kişilere sunulan maddi koşullar ve çalışma koşullarına kadar uzanan ve sonuçta konunun esas olarak vurgulamak istediğim boyutunun ikinci planda kalma ihtimalidir.
Seçim
Bir iş için insan seçerken, o işi yapacak kişinin sahip olması gereken özellikler dört boyutta tanımlanır. Birinci boyut, görünen ya da kağıt üzerine yansıyan eğitim, deneyim ve fiziki özellikler gibi özelliklerdir. İkinci boyut, kişilik özellikleridir. Kişilik insanların, koşullara göre kolayca değişmeyen, hayat boyu oldukça sabit kalan davranış, duygulanım ve tutum özellikleridir. Bu özellikler kişinin başkaları tarafından gözlenen, “ne yaptığı” ile ilgili “aydınlık” yüzüdür. Üçüncü boyut, değerler, motivler ve tercihlerdir. Bu boyut kişinin “neden öyle davrandığı” ile ilgili olan “iç yüzü” dür . Dördüncü boyut ise, kişinin baskı altında “nasıl davranacağı” ile ilgili olan “saklı” (karanlık) yüzüdür. Bu özellikler bir sınav veya mülakatla anlaşılamaz. Günümüzde psikoloji disiplininin geliştirdiği objektif seçme araçlarını kullanarak, yukarıda sıraladığım özellikler konusunda, daha az yanılmak ve daha isabetli seçimler yapmak mümkündür.
Yazının içinde yer alan resim bundan birkaç yıl önce İngiltere’de polis alımı için verilen ilanda kullanılmıştır. Polislik mesleğinde istihdam edilmek istenenlerde aranan özellik, dini bir atıf da yapılarak, çok açık belirtilmiştir. “Böyle bir durumda öbür yanağınızı dönebilir misiniz? Eğer itidalinizi kaybederseniz işinizi de kaybedebilirsiniz”. Bu uyarı daha başvuru aşamasında adaylardan baskı altında kaldıkları sırada hangi yönde davranış beklendiğini çok açık bir biçimde işaret etmektedir.
Türkiye için bu kadar soğukkanlılığın fazla olduğunu düşünenler çıkabilir. Bu konuda kendilerince haklı da olabilirler ancak seçim aşamasında, kendilerini kontrol etme özelliğini bir ölçüt olarak kullanmaya karşı çıkan olacağını sanmıyorum. Çünkü polislik büyük çoğunlukla baskı altında sürdürülen ve kişinin “saklı yüzü” nün büyük önem taşıdığı bir meslektir.
Eğitim ve Profesyonellik
Polis adaylarının sadece kağıt üzerinde gözüken ve dışarıdan gözlenen özelliklerinin uygun olması ve eğitimde başarı göstermeleri, iyi bir polis olmaları için yeterli değildir. Polislik mesleğine aday olarak seçilenler mesleki ve teknik bilgilerin yanı sıra, tutum ve davranışlar açısından da eğitilirler. Tutum ve davranış gelişimine odaklanan bu eğitimlerin başarısı baskı altında belli olur ve her aşamasında profesyonellik anlayışının vurgulanması bu başarının belirleyicisidir.
Profesyonellik, ilişkileri ve koşulları amaç yönünde kontrol etmektir. Kriz doğurmamak, krizin muhtemel olduğu her durumda krizi önleyecek şekilde davranmaktır. Bunun için hangi meslekte olursa olsun (doktor, memur, avukat, sporcu, hakem), kişi yaratıcılığını kullanmalı ve alternatif yaratmalıdır. Gerçek profesyonelin başarısı “krizleri önleyişi” ile ölçülür. Dolayısıyla, polis adaylarına kendi duygularını ve toplumun diğer bireyleriyle kurdukları ilişkiyi nasıl düzenleyeceklerinin öğretilmesi, mesleki ve teknik yeterlilik kazanmaları kadar önemlidir. Liderin beklentileri takipçilerini yönlendirdiği için, Polis Teşkilatı’nda profesyonellik anlayışının lider düzeyinde benimsenmesi ve örnek olarak hayata yansıtılması bunu kolaylaştırır. Mesleki yayınlar, Dünya’nın farklı özellikler gösteren ülkelerinin Polis Teşkilatlarında da benzer zorluk ve çelişkilerin çözülmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır.
Drodge ve Murphy’ye göre (2002) işe duyguları karıştırmamanın beklendiği güçlü kültürel normlar düşünüldüğünde, polislerin kendi mesleki çemberleri dışında kalanların; yani vatandaşların duyguları konusunda uyanık ve dikkatli olma zorunlulukları bir çelişki doğurur. Bu ve benzeri çalışmalar; zaman içinde polislerin bu çelişkinin yarattığı olumsuz duyguları bastırarak başaçıkma eğilimde olduklarını ve böylelikle hayata uyum sağlamalarının zorlaştığını ileri sürmüştür. Polisler için etkin liderlik örnekleri; toplum güvenliği ile demokratik hak ve sorumluluklar arasında anlamlı bağlar kurmaya, toplumun tüm bireyleriyle olumlu ilişkiler geliştirmeye, toplumun duygusal yönelimi ve değerleriyle örtüşen bir görev anlayışı yaratılmasına imkan verir.
Bu çalışma ortamının sağlanması için eğitim görüntüleriyle başarılı ve başarısız örnek olaylar ortaya konarak beklenen davranışlar pekiştirilebilir. Karşısındakinin dilini konuşmamak (eğer o dil uygun değilse), karşısındakinin yolunda yürümemek (o yol uygun değilse) gerektiği anlatılabilir. Çünkü bir profesyonel karşısındakini kendi dilini konuşmaya, kendi yolunda yürümeye teşvik eder. Geçen yıllarda çeşitli düzeylerdeki polis okullarında konferanslar vermiş, yönetim seminerlerinde görev almış bir kişi olarak, bu yönde gayret ve niyetler olduğunu biliyorum. Ancak Teşkilatta yaygın olan kanı, “okul başka, gerçek hayat başka” şeklindedir. Bunun sonucunda da, “herkese anlayacağı dilden konuşmak gerekir“ anlayışı ve yaklaşımı egemen olmaktadır. Bu nedenle, yukarıda anlatılmak istenen yönde eğitim veren mesleki akademisyenlerin gayretleri, kızgın sac üzerine düşen damla gibi buharlaşmaktadır. Halbuki polislik mesleğine hazırlanan adaylar, aldıkları eğitimle gerçek hayatta karşılaşacakları tüm olası krizlere hazırlıklı olmalıdır.
“Neyle övünürsün?”
Hiç düşündünüz mü, bir polis sıcak bir olayın ertesinde meslektaşlarıyla bir araya geldiğinde başarı olarak ne anlatmakta, başarısını nasıl tanımlamaktadır? “Göstericilere nasıl giriştiğini” mi anlatırsa takdir toplar, yoksa “insanları yatıştırarak” olay çıkmasını önlediğini” anlatarak mı? Hiç şüphesiz burada “amirler” de çok önemli bir belirleyicidir. Ancak unutmamak gerekir ki, bugünün amirleri dün sahada olanlardı, yarının amirleri de bugün sahada olanlar arasından çıkacaktır. Olayların devam ettiği günlerde bir evrakımı yenilemek için gittiğim, İstanbul’un sakin bir bölgesindeki emniyet müdürlüğünde, çay ocağında sohbet eden polisler, çevrede olan benim gibi vatandaşlara duyurmaktan çekinmeden, olayları önlemenin yolunun; “Bunların alayının kafalarına sıkmaktan” geçtiğini konuşuyorlardı.
Bir kişinin diğerine davranışının altında yatan nedenleri tam olarak anlamanız için, o kişinin tercih ettiği davranış biçimini sosyal ve ahlaki değerleri çerçevesinde yorumlamanız gerekir. Değerler, neyin doğru olduğuna inanıyorsa kişinin o doğruyu hayata geçirmesini sağlayan bir köprü gibidir. Gücünü, sorgulamadan kabul ettiğimiz inanç sisteminden alır. Gözlemlerime dayanarak anlamlandırmaya çalıştığımda, Polis Teşkilatı’nda korkuya dayalı “zorlayıcı güç” anlayışının değerli görüldüğünü, böylelikle bu sistemi destekleyen rol neyi gerektiriyorsa, o rolü sorgulamadan yerine getirmenin “normal” karşılandığını düşünüyorum.
Üzerimize biçilen bir rolün, üstelik değerlerimizle örtüşüyorsa, davranışımızı yönlendirme gücü şaşırtıcı ölçüde büyüktür. Kendisinden beklenen duyguyu, parmak ucuna kadar tüm bedensel tepkilerini kontrol ederek rolüne yansıtan bir sahne sanatları oyuncusu değilseniz, kendinizi “kontrolsüzce” rolünüze kaptırmanız, algınızı ve gerçeğinizi bu role göre yeniden şekillendirmeniz son derece hızlı ve kolaydır. 1971 yılında Philip Zimbardo’nun Standford Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği hapishane deneyi bunun en çarpıcı örneğidir.
Zimbardo, öğrencilerin bir kısmını mahkum, kalanını gardiyan olarak görevlendirdiği deneyini, gardiyan rolünü üstlenen öğrencilerin, mahkum rolünü üstlenenlere gösterdikleri aşırı ve kontrolsüz şiddet sonucu sonlandırmak zorunda kalmıştı. Deney başarısız olsa dahi, ortaya koyduğu davranışsal değişime, otoritenin rolü konusunda çığır açan birer bulgu olarak, günümüz psikoloji kitaplarında hala önemle yer verilmektedir. Davranışa etki eden sosyal faktörlerin anlaşılmasında önemli gördüğüm bu çalışma, Polis Teşkilatı’nın eğitim sürecinde krizi önlemenin öğretilmesinin ne ölçüde hayati sonuçları olacağını gözler önüne sermektedir.
Performans Değerlendirmesi ve Terfi
Hangi davranış ödüllendirilirse, o davranış tekrarlanır ve alışkanlık haline gelir. Bu nedenle polisin sadece kendi sosyal çevresi tarafından değil, aynı zamanda yöneticileri tarafından başarılı bulunan tutum ve davranışları, o davranışların artarak tekrarlanması sonucunu doğurur. Bu açıdan bakıldığı zaman, demokratik haklarını arayan ve şiddet kullanmadan seslerini duyurmaya çalışanlara karşı polisin daha anlayışlı ve müşfik olacağını düşünmek için neden yoktur. Gezi olaylarının ilk dalgası yatıştıktan sonra hem İstanbul’da hem de Türkiye’nin başka şehirlerinde olaylara yaklaşımın şiddetlendiğini ve pervasızlaştığını görmek şaşırtıcı değildir.
Sonuç
Polislerin çok uzun saatler mesai yapmak zorunda kaldıkları, yorgun, uykusuz ve aşırı baskı altında oldukları gerçektir. Hiç şüphesiz insanca koşullarda çalışmak herkesin hakkıdır. Bu hak belki de hepimizden çok, baskı altında yıpratıcı bir meslek olduğu için, canımızı ve güvenliğimizi emanet ettiğimizi düşündüğümüz polislerindir. Yorgunluk ve uykusuzluk insanların akıl yürütmesini etkiler, hatalı kararlara ve kontrolsüz davranışlara neden olur. Ancak bu koşullar, polisin Gezi olayları sırasındaki tutumunu açıklamak için yeterli değildir. Bu olayları “bir kerelik” ve “oldu bir kere , umarız bir daha olmaz” diye değerlendirmek aşırı iyimserliktir. Bunu “Polisin iç işidir ve karışamayız” diye de göremeyiz. Türkiye’de yaşayan herkes polisine güvenmek ve ihtiyaç duyduğunda onun kendi yanında olacağını bilmek ister. Ne yazık ki, bugün Türkiye’nin bir bölümü bu duygudan uzaklaşmıştır. Profesyonellik, “ilişki ve koşulları amaç yönünde kontrol etmekse”, burada da görev Polis Teşkilatı’na düşmektedir. Çünkü polisin halkla ilişkisinin onu haklı bulanlarla “iyi”, haklı bulmayanlarla “kötü” olması gibi bir lüksü ve tercihi olmamalıdır. Onları sokakta eli sopalı ve palalılardan ayıran budur. Polis Türkiye’nin polisidir ve yukarıda anlatılan profesyonellik anlayışına sahip bir Polis Teşkilatı herkesin ihtiyacı ve özlemidir.
Kaynak:
Drodge, E. N., & Murphy, S. A. (2002). Interrogating emotions in police leadership. Human Resource Development Review, 1(4), 420-438.
Zimbardo, P. (1971). Stanford prison experiment. Stanford University, 1971.
Haberin orjinali için lütfen buraya tıklayın.
User Review
0 (0 votes)Related Posts
-
Prof. Dr. Acar Baltaş Eğitim Dünyasının En Önemli Buluşması ASTD 2013 ‘teydi.
Yorum yapılmamış | May 22, 2013
-
Bursa Kültür Okulları Prof. Dr. Acar Baltaş’ı ağırladı
Yorum yapılmamış | Eki 3, 2022
-
Prof. Dr. Acar Baltaş UEFA Pro Lisans Kursu’nun 2. Aşamasında da Katılımcılarla Buluştu
Yorum yapılmamış | Oca 14, 2015
-
Prof. Dr. Acar Baltaş Seçme Yerleştirme ve Yetenek Yönetimi Zirvesi’nde
Yorum yapılmamış | Eki 11, 2017