Sosyal Normlar ve Piyasa Normları
|
Farkında olsak da olmasak da zihinsel olarak iki farklı dünyada yaşarız. Bu dünyaların birinde sosyal normlar, diğerinde ise piyasa normları egemendir (1). Zihninizde, başrollerinde aynı şirkette çalışan otuz yaşlarına yakın iki gencin olduğu şöyle bir senaryo canlandırın. Genç erkek iş arkadaşı hanımı yemeğe davet eder. Hanım biraz tereddüt eder ve daveti kabul eder. Güzel bir restoranda, müzik eşliğinde sohbet ederek yemeklerini yerler ve her ikisi de bu görüşmeden memnun kalırlar. Delikanlı arkadaşını evine bırakır ve bir sonraki hafta için tekrar buluşmaya karar verirler. Bu döngü üç hafta boyunca tekrarlanır, dördüncü haftanın sonunda delikanlı arkadaşını evine bıraktığı sırada bir beklenti içinde olur mu? Olursa ne bekler?
Yaptığım toplantılarda bu soruyu gruba yönelttiğim zaman, katılımcıların yüzlerine bir tebessüm yayılır ve “yanağına bir öpücük bekler”, “bir kahve daveti bekler” gibi cevaplar gelmeye başlar. “Peki bunların hiçbiri gerçekleşmez ve arkadaşına ‘Bu ilişkinin bana kaça mal olmaya başladığını biliyor musun?’ derse ne olur?” diye sorduğumda salondan daima kahkahalar yükselir ve bütün grup delikanlının ilişkiye yaptığı maddi ve manevi yatırımın kız arkadaşının öfkesi karşısında sıfırlandığı konusunda fikir birliği içinde olur. Bu saygısızca ifade, kadın ve erkek arasında sosyal normlara dayanan “flört” ilişkisini, cinselliğin para karşılığında değiş tokuş edildiği bir başka boyuta taşımıştır.
Sosyal normların sınırları siliktir. Sosyal normlar sevgi, anlayış, fedakarlık, yardım etmek, komşuluk, arkadaşlık gibi hisseden beynin egemen olduğu bir dünyada yaşanır. Buna karşılık piyasa normlarının dünyası son derece kesin sınırlarla çizilmiştir. Ücret, maaş, prim, kar gibi kavramlar kişinin bir ilişki içinde verdiği ile almayı beklediği arasındaki dengeyi belirler. Batı kültürü her taşın ve parçanın yerli yerine oturarak bütünü tamamladığı bir mozaik, Türk kültürü ise renklerin özelliklerini koruduğu ancak geçişkenliğin bütünü tamamladığı ebrudur (2). Bu nedenle Türkiye gibi sosyal normların egemen olduğu bir kültürde piyasa normlarıyla sonuç almaya çalışmak başarısızlığa mahkumdur.
Yapılan bir araştırmada on beş dakika süreyle deneklerden bir bölümüne, iklim değişikliği ve hava durumu ile ilgili; bir bölümüne de borsa ve piyasa hareketleriyle ilgili anlamsız kelimelerden anlamlı cümleler oluşturmaları istenmiştir. Daha sonra denekler dışarı çıkıp ücretlerini almaya giderken, elindeki kalemleri yere döktüğü için yardıma ihtiyacı olan biriyle (gerçekte araştırma asistanıyla) karşılaşmaları sağlanmış ve deneklerin yardım davranışı izlenmiştir. Piyasa normlarıyla ilgilenenlerin yardım davranışının, sosyal normlarla ilgilenenlere kıyasla daha düşük olduğu görülmüştür. Araştırmanın farklı bir düzenlemesinde ise, deneklerden zor sayılabilecek bir yap-bozu çözmeleri istenmiştir. Bu grupta da piyasa normlarıyla zihinleri meşgul edilmiş olanlar daha geç yardım istemiş, daha az işbirliği ve yardım davranışı göstermiştir (3).
Sorunları mantıkla çözmek
Bu araştırmaların ortaya koyduğu sonuç şudur. İnsanları piyasa normları üzerinde düşündürmeye başlarsak, bunu izleyen süreçte kendi ilişkilerini de aynı normlar üzerinden konumlandırmaya devam ederler. Bunu bilmek iş hayatında, mahrem ilişkilerde, aile içinde çocuklarla ilişkilerde ve de sosyal ilişkilerde büyük yarar sağlar ve kişiyi önemli hatalar yapmaktan ve kendisini zor duruma düşürmekten kurtarır.
İş hayatında aldığı ücret veya konumundan memnuniyetsizliğini dile getiren çalışanına, “aldığın ücretin brüt tutarı bu miktar ediyor…”, “şirkete şu kadar liraya mal oluyorsun…”, “beğenmiyorsan gidersin, senin yerine gelmeye can atan birçok kişi var…” türünde kendince “mantıklı” açıklamalar yaptığını düşünen bir yönetici çalışanının beyninde piyasa normları dünyasına girmiş olur. Bu dünyaya girildiği zaman, çalışan bir “alacak-verecek” hesabı yapar. Bu hesap adalet terazisine vurularak yapılır ve bu terazi sübjektiftir. Dolayısıyla, kişi insan doğası gereği olarak kendisini daima alacaklı görür. Alacaklı olma duygusu ise insanda huzur bırakmaz.
İş hayatında özellikle satış örgütlerinde çalışanlar, rutin hizmetlerinin dışında harcayacakları her ek gayret için bir karşılık beklentisi içindedir ve üst düzey yöneticiler astlarının bu konudaki baskısını hisseder. Bu son derece sakıncalı bir durumdur. Böylesine özel ödül gerektiren durumların maddi karşılık yerine farklı ödül ve hediye seçenekleriyle karşılanması daha yerinde bir çözümdür. Bir çalışana 10 000 lira karşılığında bir maddi ödül veya eşiyle bir hafta sonu tatili olmak üzere iki seçenek sunulsa, çok büyük çoğunluk maddi ödülü tercih eder. Oysa söz konusu miktar daha gelmeden zihinde çoktan harcanmış olur. Buna karşılık eşle geçirilecek bir uzun hafta sonu tatilinin anıları hiçbir zaman unutulmaz.
“Biz bir aileyiz”(!)
Günümüzde birçok şirket “aile” vurgusu yapmaktadır. Ancak bu noktada çok tehlikeli bir eşik vardır. Yöneten, sahip ve çalışanların aile olması taraflara karşılıklı sorumluluklar yükler. Aile vurgusunun yapıldığı ortamlarda çalışanlar hayatlarında önemli bir sorunla karşılaştıkları zaman yalnız bırakılmaz, işler biraz kötü gittiği zaman, sosyal hakları ödenip, kapı önüne konmaz. Sosyal normların öne çıkarıldığı ilişkiler uzun dönemli bir taahhüdü içine alır. Bunun gerçekleşmediği durumlarda yaşanan iki yüzlülük çalışanlar tarafından bilinir ve “aile” söyleminin hiçbir değeri olmaz.
Benzer ilişki yaklaşımı günümüzde şirketler ve müşteriler arasında da gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Şirketlerin bir bölümü müşterilerine, müşteri gözüyle değil, “bir aile üyesi” veya “özel bir insan” gözüyle baktıklarını ifade eden, kişiye özel hizmet vaat eden bir duruş sergilemektedir. Özellikle bankacılık alanında yaygın olan bu özel sevgi dolu aile ve sosyal norm vurgusu; kredi kartı borcunuzun iki gün gecikmesiyle, piyasa normları dünyasının soğuk ve katı gerçeklerine çarparak son bulur. Size de sevgi dolu vaadlerine kanarak güven duyduğunuz bankaya kızmak ve hayal kırıklığı yaşamak kalır.
Ceza ödül olabilir
Kendi çocuklarımı yetiştirirken yaşadığımız bir sıkıntının evrensel nitelik taşıdığını İsrail’de yapılan bir araştırmayla öğrendim. Anaokulunun kapanma saatinden sonra, bazı ebeveynlerin işleri nedeniyle geç kalmaları ve personelden bazılarının çocukları beklemek zorunda kalması işletmeler için sorun oluşturur. Bu soruna çözüm olarak bir yönetici geciken ebeveynlere bir ceza uygulamaya karar verir ve bunu uygulamaya sokar. Ancak kısa bir süre sonra ailelerin daha çok gecikmeye başladığı görülür. Çünkü geciken aileler sosyal normların uzantısı olarak yaşadıkları “mahcubiyet” duygusunu hissetmelerine gerek olmadığını düşünmeye başlarlar. İlginç olan, durumu fark eden yöneticinin bu uygulamadan vazgeçmesine rağmen, durumun değişmemiş olmasıdır (4).
Türk kültürü ağırlıklı olarak hisseden beyinle yaşayan ve sosyal normların egemen olduğu bir ilişki çerçevesinde şekillenir. Bu nedenle batı kültürünün kalıplarıyla yönetmeye ve ilişkilerini düzenlemeye çalışanlar sürekli olarak anlam veremedikleri yaşantılar içinde kalırlar. Anglo_Sakson kaynaklı programları aracılığı ile liderlik eğitimlerinin Türkiye’de beklenen sonucu vermemesinin nedeni budur. Çünkü yönetmek kültürle yakından ilişkilidir. Batı kültürü bunu fark ettiğinde kuruma aidiyeti ve kurum kimliğini öne çıkartan bir personel ve yönetim politikası izlemeye başlamıştır. Sigara üreten şirketler nitelikli çalışan bulmakta zorlandıkları için sosyal sorumluluk projelerine çalışanlarını dahil ederek o şirkete ait olmaktan gurur duymalarını sağlamaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda yıllardır Güneydoğu’da görev yapan askerleri ve güvenlik kuvvetlerini düşünün. Kaç lira maaş karşılığında hayatında hiç gitmediği ve hiçbir zaman da bir daha gitmeyeceği bir coğrafyada insanlar hayatlarını tehlikeye atar? Bunu ne için yapar? Bu sorunun cevabı, maaşını hak etmek için olamaz. Bu bölgelerde görev yapanlar, vatanına hizmet etmeyi ve gerekirse bu uğurda canından vazgeçmeyi varlık nedeni olarak tanımlayan bir değer eğitiminden geçmiştir. Böyle bir eğitimden geçmeyenlerin anlam vermesine imkan olmayan bu durum sosyal normların öneminin gücünü göstermektedir.
Sonuç
Sosyal normları ve piyasa normlarını karıştırmak son derece tehlikeli sonuçlar verir. Ana okulu araştırmasında da görüldüğü gibi, bu normlarda ihlaller yaşandığı takdirde, geri dönüş kolay olmaz. Maddi ödüller kısa süreli hedefler için geçerli olabilir ancak uzun dönemde fark yaratacak olan sosyal normlardır. Türk kültürü gibi ilişki yönelimli bir kültürde çalışanlar sosyal normlarının gücünün farkında olmalı ve iş ortamında sinerji yaratmak için piyasa normlarından uzak durmalıdır.
(*) Bu yazı Remzi Kitabevi’nden yayınlanan “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker” kitabından değiştirilerek alınmıştır.
Kaynaklar:
- Clarc, MS, Mills, J. Interpersonal attractions in exchange of communal relationships. Journal of Personality and Social Psychology 1979; 37: 12-24.
- Sevil,İ.: Türkün Aklı Nasıl Çalışır, Hümanist
- Vohs KD, Mead NL, Goode MR. The psychological consequences of money. Science 2006; 314(5802): 1154-1156.
- Gneezy U, Rustichini A. A fine is a price. The Journal of Legal Studies 2000; 29(1): 1-17.