WEconnect Müşteri Dergisi 12. Sayı – Acar Baltaş
|Yakın Çekim
Prof. Dr. Acar Baltaş
Acar Baltaş ile son kitabından yola çıkarak, günümüz dünyasındaki gelişmeleri de içine alan bir söyleşi yaptık. İlk olarak bu kitaptan başlayalım. “Hayat En Çok İyileri Kırar” kitabının fikri nasıl doğdu?
Üç yıl önce “Hayatın Hakkını Vermek” adını taşıyan bir kitap yazmıştım. Bu kitabın birinci bölümü sağlıklı ve uzun yaşamak ve mutluluk konusunda yapılan 80 yıl süren en uzun kohort bilimsel araştırmayı esas alarak güncel bilimsel araştırmalarla birleştiriyordu. İkinci bölüm de mutluluğu ozan ve romancıların subjektif alanının dışına çıkartıyor, bilimsel araştırma perspektifinden ele alıyordu. Birçok TV programında çeşitli konularda yaptığım konuşmalar sosyal medyada sıkça döndü ve ilgi gördü. Bunun üzerine Mert İnan’la Milliyet için yaptığımız bir söyleşi sırasında çeşitli konuları içine alan bir nehir söyleşi yapma fikri gelişti.
Kırılınca yaşanan hayal kırıklığının üzerinden nasıl gelmek mümkün oluyor? Kitabın alt başlığında yazıldığı gibi; kırıldığımız yerden nasılgüçleneceğiz?
İnsan hayatının evresine göre anne ve babasının. öğretmeninin, sevgilisinin, eşinin, yöneticisinin, patronu tarafından kırılabilir ve kendisini kıranın kurbanı olur. Kendini suçlar, karşısındakini suçlar veya koşulları suçlayarak bir koza örer. Haklılığına ne kadar inanırsa kozasını o ölçüde kalınlaştırarak kurban olarak yaşar veya sahip olduğu öz kaynaklarına odaklanır ve kozayı delerek, hayatın kendisine sunduğu imkanları kullanır ve güçlenerek yoluna devam eder. Herkesin bildiği ancak kaynağı meçhul bir söz vardır: “Öldürmeyenher darbe güçlendirir”.

Sözünü ettiğiniz Hayatın Hakkını Vermek kitabınızda “anlam arayışındaki bir hayat son nefesine kadar inşa aşamasındadır.” diyorsunuz. Hayatımızın anlamını, amacını nasıl bulacağız, ne için çalışıp üreteceğimizi nasıl seçeceğiz?
Bu soru çok kişisel bir soru. Ancak kendi adıma cevap verebilirim. Anlamlı bir hayat, değer taşıyan anlamlı bir üretim içinde olmak, huzurlu ve rahatlatan bir ilişki içinde olmak ve kendini aşan bir amaca hizmet etmekle mümkündür. Bu da maneviyattır. Maneviyat teolojik yolla gerçekleşebilir, teolojik olmayan yolla vicdan geliştirerek gerçekleşebilir. Her insan varlık nedenini sorgulamalı ve bunu bir cümleyle ifade edebilmeli. Çünkü en temel iki varoluşsal sorumuz “Neden varım? ve “Ne olacağım?” sorularıdır. Bu iki soruya cevap vermeden huzur bulmak kolay değil. Bu soruya cevap aranmazsa, insan varlığını mal ve servet biriktirmeye adıyor. Bu da insanı kendisi ve dünya ile gerçek bir bağ kurmadan yaşamasına neden oluyor.
Son kitabınızın adından yola çıkarak, hayat en çok iyileri kırdığına göre, kırılmamak için ne yapmak gerekiyor? Kötü olmak değil herhalde?
Tabii ki değil. İnsan ilişkilerinde kırılmak, güven duygusunun istismar edilmesi sonucudur. Her türlü ilişkide kendinizi açarsanız hayal kırıklığına uğramak kaçınılmazdır. Ancak güvenmemek sürekli diken üzerinde yaşamayı gerektirir. Bu da çok rahatsızlık verir. Çünkü insanlara güvenmezseniz size kendilerini açmazlar. Bu eşiniz, partneriniz, hatta çocuklarınızla ilişkiniz için bile geçerlidir, Güvenmezseniz bağ kuramazsınız. Bir başka deyişle sahici ve derin bir ilişki kurma fırsatını kaçırmış olursunuz. Bence güvenmenin bir maliyeti var ancak güvenmemenin daha büyük bir maliyeti var.
“Özellikle meslek sahibi, iyi eğitimli, yaşıtlarının gıpta edeceği işlerde çalışan genç profesyonellerle olduğum zaman karamsarlıklarının derinliğini ve çaresizliklerini ve kırgınlıklarını görmek beni hem uzuyor hem de şaşırtıyor.” diyorsunuz. Bu karamsarlık halini dönüştürmenin yolu nedir? Türkiye’yi mutlu insanlar ülkesi yapmak nasıl mümkün olacak?
Bu karamsarlık sadece ülkemize ait değil. Bütün dünyada insanlar dünyanın kötüye gittiğini düşünüyor. Ancak Türkiye bu konuda şampiyon. 201 7 yılında yapılan araştırmaya göre ülkemizde dünyanın kötüye gittiğini düşünenler yüzde seksen sekiz. Listenin sonunda yer alan Japonya”da bile insanların yüzde 55″i kötüye gidiş olduğunu düşünüyor. Kısacası genel kanaat bu ancak veriler bunu desteklemiyor. Eğer savaş içinde değilseniz. yakın ve uzak tarihle kıyasladığınızda, dünya sayısız parametre açısından en müreffeh ve güvenli dönemini yaşıyor. Çocuk ölüm oranı. çocukların aşılanması. çocuk işçiliği, okuma yazma. kızların okullaşma oranı. akan suya ve elektiriğe ulaşım, doğal afetlerin neden olduğu ölümler gibi çok sayıda parametre bize dünyanın bu tarihinde yaşadığımız için şanslı olduğumuzu gösteriyor.
1890 yılında Türkiye’de veya Avrupa’nın herhangi bir yerinde doğanların yaşadıkları hayatı düşünün. 1900 yılında yaşam ortalaması 35. Büyük Savaşta 25 milyon, onu izleyen iki yılda pandemide 55 milyon insan öldü ve yaşam ortalaması 25’e düştü. 1950 yılında ancak 46 oldu. Bugün ise dünya ortalaması seksene yaklaşıyor. Hiç şüphesiz önemli risklerle yaşıyoruz, yeni bir pandemi. iklim değişikliğinin neden olduğu sorunlar, gelir dağılımındaki adaletsizlik. yeni bir ekonomik çöküş ihtimali. üretilmiş yapay zekanın neden olabileceği sorunlar ve yeni bir dünya savaşı ihtimali var. Ancak bütün bunlara rağmen. demin saydığım yaşadığımız dönemin kıymetini hatırlatmayı doğru buluyorum. Çünkü karamsarlık insanın ufkunu daraltır, çıkış yollarını görmesini engeller ve kurban rolünü benimsemesine neden olur.

Gerek Türkiye’de gerekse dünyada insanların zorlandığı bir dönemde öneriniz ne olur?
Psikolojik sağlamlığımızı geliştirmemiz gerekiyor. Psikolojik sağlamlığın dört sütunu var. Umut, olumlu tutum, yılmazlık ve özyeterlilik. Umudun gerçekçi bir temele dayanması için hedef, plan ve planın da eylem içermesi gerekir. Olumlu tutum. enerjiyi değişmesi mümkün olmayan olmuş olana değil, değişebilecek olacak olana odaklamak demektir, Bu anlayış başarısızlığı başarıya çevirebilir veya başarısızlıktan ders alıp, başarı için adımlar atılmasını mümkün kılar. Yılmazlık düştükten sonra kalkmak ve devam etmektir. Özyeterlilik de geçmiş mücadele ve sonuçlardan kazanılmış olan yeterlilik duygusu ve başaracağına olan inançtır.
Türkiye 1919 yılında Halide Edip gibi, daha sonra Kurtuluş savaşına öncülük etmiş, en seçkin aydınların bile “Amerikan mandası (himayesi) mi, İngiliz mandası mı?” tartışması yaptığı bir dönemde, yoktan var edilmiş ancak büyük ulusların göstereceği reflekse sahip bir ülkedir. Türkiye’yi mutlu insanlar ülkesi yapmak tasada ve sevinçte ortak duyguları paylaşacak şekilde bütünleşmekle mümkündür. Dayanışmayı bencilliğin üzerine çıkarmayan toplumlar çok ağır bedel öderler.
“IBM’in 2018 yılında başarı için gerekli beceriler konusunda yaptığı araştırmada STEM (science, technology, engineering, mathematic) ilk sırada geliyordu. 2023 yılında tekrarlanan araştırmada STEM on ikinci sıraya geriledi. Yeni araştırma bize ne gösteriyor, ne gibi ipuçlan veriyor?
Bu araştırma ilk sıraya zaman düzenleme ve öncelik belirlemeyi koyuyor. Bunu ekip çalışması, fonksiyonel iletişim, çeviklik, değişime uyum, analitik beceriler ve etik izliyor. Üretilmiş yapay zekanın egemen olacağını düşündüğümüz bir dünyada da insana ait beceriler ön plana çıkıyor. İnsanlar üç tür problem çözüyor. Yemek tarifleri gibi basit, uzaya uydu yerleştirmek gibi zor ancak tanımlanan bir algoritmaya sahip ve insan ilişkilerine dayanan ve belirli bir algoritması olmayan karmaşık sorunlar. Bunu küçümsememek gerek çünkü gerek özel gerek sosyal gerekse iş hayatında çözmeye çalıştığımız sorunlar bunlar. Bir bakıma Güzin ablaya sorulan sorular. Bu konuda iyi olanların hem yaşam doyumu daha yüksek hem iş hem de özel hayatlarında daha stabil bir çizgi çiziyorlar. Akademik başarının hayat başarısını temsil etmemesinin nedeni önemli ölçüde burada gizli. IQ’ya alternatif olarak Bilgelik Zekası adı verilen bu özellik uyumlu bir ilişki ve yaşam doyumu bu tür bir düşünce yapısının ürünü. Kısacası yapay zekanın egemen olacağını düşündüğümüz bir dünyada da en azından şu sırada, hala insana özgü beceriler önemli. Belki her zamankinden daha fazla.
Yeni dünyada yeni zamana hazırlıklı olmak için kendimizi hangi becerilerle donatmalıyız?
Geleceğe ait öngörü yapmak, bu kadar hızlı bilgi birikiminin olduğu bir dünyada, falcılıktan öteye gitmiyor. Örneğin iki yıl önce sahip olunması gereken en önemli becerilerden biri programlama dili öğrenmekti. Oysa beş yıl sonra bunu yapay zekanı yapabileceğini biliyoruz. 201 O yılında üretilmiş bilgi miktarı iki zetabayt {bir zetabayt, bir milyar terebayta eşit). 2015 yılında bilgi üretimi 12, 2018 de 33, 2020 de 47, 2025 de 175, 2030 yılında ise 630 zetabayt olacak. Bu nedenle benim iki önerim var. Birincisi olimpik öğrenci olmaya gönüllü olmak. Olimpik sporcuların üç özelliği vardır. Disiplin, başarısızlıktan korkmamak ve vaz geçmemek. İkincisi de perde açılırken senaryo değiştirmeye hazır olmak.
Öldükten sonra da yaşamak istiyorsak kendimiz dışında ihtiyacı olanlara katkı sunmamız gerekiyor.” diyorsunuz. Uzun yaşamın, hatta ölümsüzlüğün konuşulduğu günümüzde, siz ölümsüzlüğü nasıl tanımlıyor, nasıl anlıyorsunuz?
Mısırlılara göre inanlar iki defa ölür. Birincisi bedenleriyle, ikincisi de adları son defa anıldığında ruhlarıyla. Batı gazetelerinde haftada bir gün tam sayfa o hafta ölmüş olanlarla ilgili haber yayınlanır. Bir matematikçi 18 ayda 2000 ölüm haberini üç gruba ayırmış. Birinci grup herkesin bildiği ünlü veya tanınmış insanlar. İkincisi ilk bakışta hatırlanmayan ancak okudukça anlam kazanan
insanlar. Sanatçılar, bilim insanları, akademisyenler, medya mensupları. sporcular gibi. Üçüncü grup ise hiç kimsenin tanımadığı beş-yedi satırlık kısa haberlerden oluşuyor. Kelime analizine gidince en çok tekrarlanan kelimenin yardım etti {helped) olduğu görülüyor. Kısacası ölümden sonra yaşamanın yolu, ihtiyacı olanların hayatını geliştirecek bir katkı yapmak. Kendi zamanından ve bütçesinden bu insanlara pay ayırmak.
Bunu dışında ölümsüzlük çabaları çok anlamlı değil. Her şey bitmek için başlar. Hayatlarımız da öyle. Değerini bilmemiz de bu nedenle önemli. Güzellikle yaşlanmayan utançla yaşlanır. Bu nedenle hayatın sunduklarının farkına varmak ve bunların hakkını vermenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Kaynak
https://www.weidmuller.com.tr/tr/sats/haberler_kampanyalar/weconnect_muesteri_dergilerimiz/index.jsp